Tek Gözlü Gezgin
Bir zamanlar Himlingr ailesi, Nordheim’in kadın ve erkekleri arasında eşitleri olarak yürüyordu; henüz kendilerini ilahi ilan etmeden ya da güçlerinin sarhoşluğuna kapılmadan önce. O günlerde Tek Gözlü Gezgin, Nordheim’in batı uçlarında, ormanın kenarına yaslanmış, batısına uzanan tarlalarıyla küçük bir kulübede yaşayan bir otacıydı. Karısıyla, oğluyla ve üç kızıyla toprağı işler, ormanların kadim batıl inançlarla anıldığı bu vahşi diyarda, hiçbir lord ya da soyluya bağlı olmadan yaşıyorlardı.
Yirmi yıl boyunca bu topraklarda huzurla yaşamışlardı. Ancak felaket savaşlardan değil, gökyüzünden geldi. Altı yıl önce, garip bir menekşe rengine bürünmüş bir yıldız gökten düşüp Himlingr ailesinin evine birkaç yüz adım öteye çakıldı. Oğulları bu olayı araştırmaya gittiğinde, yıldızın çekirdeğinden yayılan aura onu sarıp derisini yakarak menekşe alevlere boğdu. Alevler çabucak yanıp söndü, fakat oğlan yerde kıvranarak kalakaldı. Günler boyunca dayanılmaz acılarla yattı; derisi kararıp kalınlaştı, kasları ve kemikleri taş gibi sertleşti, nihayetinde tüm bedeni kara bir kabuğa dönüşerek yaşamını yitirdi.
Aile, oğulları için bir cenaze ateşi yaktı. Fakat beden yanarken alevler mor bir renge büründü, aileyi mide bulandırıcı bir dalga kapladı ve gece vakti ateşin başında bayılıp düştüler. Günler sonra uyandıklarında ne açlık ne susuzluk hissettiler. Zamanın tek göstergesi, etraflarında uzayan otlardı. Bunun tuhaflığını bir kenara bırakıp acılarını çalışarak aşmaya karar verdiler.
Fakat kısa süre sonra tuhaflıklar ortaya çıkmaya başladı. Küçük kızları Frøya hayvanlarla konuşup onları emrine alabiliyordu. Ortanca kızları Skadi, devasa bir güce kavuşmuştu; bir öküzü arabasıyla kaldırabiliyor, çeliği çıplak elleriyle bükebiliyordu. En büyük kızları Hel ise ruhlarla konuşmaya başladı, ölüler âlemine seslenebiliyor fakat hiçbir çabasında kardeşinin ruhunu bulamıyordu. Anne ve baba da kendi güçlerini keşfettiler, fakat onları daha temkinli kullandılar. Yine de birkaç ay içinde bu güçler aileyi büyüledi; kızlar kendilerini tanrı ilan ettiler, gökten düşen yıldızın onları seçtiğine ve kardeşlerini ise değersiz bulup kurban ettiğine inandılar.
Gerçek ise bambaşkaydı. Baba zamanla öğrendi ki, düşen yıldız aslında Leacianus’taki Yüksek Elflerin Uçan Kalesi’nin büyülü çekirdeğiydi. Kale savaş sırasında kaçmaya çalışırken çekirdeği kaleden kopmuş ve oğlunun bedeniyle temas ettiğinde yok olmuştu. Onlarda beliren güçler, Minera’nın Nefesi’nin son patlamasının oğullarının yanan bedeninden yayılmasıyla olmuştu. İlahi bir seçim değil, rastlantının eseriydi.
Fakat kızları artık kendilerini Nordheim’in panteonu ilan etmiş, yüzlerce takipçi toplamışlardı. Anneleri ise oğullarının ölümünden duyduğu acıyla yüzlerce mil uzağa sürgüne çekilmişti. Baba gerçeği açıkladığında ise kimse onu dinlemedi. Çaresizlik içinde, Hel’in kendisiyle birlikte güçlerinden vazgeçeceğine söz vermesiyle kendi ilahi kudretini bıraktı. Ancak bu onu büyük acılar içinde bıraktı, yılların ağırlığı hızla üzerine çöktü. Hel ise sözünü tutmadı. Şimdi kızları hâlâ hüküm sürerken, baba artık eski adını anmaz, Nordheim ormanlarında bir yabancı, Tek Gözlü Gezgin olarak dolaşır. Halk arasında kuşkular ve şüpheler yaymaya çalışır; çünkü tanrılara olan inancın azalması, kızlarını bu yanılsamalı yücelikten kurtarabilir diye umar.
Bunun yanında, şimdi bir gezgin olarak bilmeceler, hikâyeler ve deyimlerle insanlara bilgelik sunar; bir zamanlar tanrılıkta yaşadığı hayatların hatıralarından öğütler verir. Fakat artık Hel’in deliliğin eşiğine geldiğini görmektedir. Bu yüzden onun ölümlülüğünü geri getirecek olayları gizlice başlatmıştır. Umudu, Hel Nordheim’i yok etmeden ya da kendi ruhunu tüketmeden önce, onu kurtarabilmektir.
Değerlendirmeler
There are no reviews yet